30 Kasım 2009 Pazartesi

Ada


Son baharın ilk yarısı, parçalı bulutlu bir hava, az önce indiğim feribotun siren sesleri saçlarımı diken diken ediyor...
Yoldaki su birikintilerine dala çıka ilerlerken sıçrayan su sesleri yüreğimdeki ateşe serpilen alkolün damarlarıma alev alev girmesi gibi... Dışarısı biraz soğuk. Camlar hafiften buharlı.
Bu gün yağmurun ikinci günü. Yani tufan iki...Hedefteki belirsizliğe uçan mermi gibiyim. Yaşanası güzelliklerin canını almıştım bu adada. Yıllar önce varlığını unuttuğum bu yere geri dönmüş, kendimi ifade edemediğim o günlerin, tarihteki sayfalarını yeniden düzenleyecektim. Kıymetini bilemediğim zamanların şimdi değerine şahidim...

Adanın ilk ışıkları yanmaya başladı, peşimden uçuşan martılar sınırlarını aştıklarını anlayıp geri dönmüşlerdi bile. İçimdeki ölümüne sessizlik; sanki beni idama uğurluyor. Bu anı yaşamak zorundayım belki! Kendimi bir kadının bacak arasındaki rahminden dışarı atmak istercesine titreyerek başını yarı beline kadar dışarıya atmış bebeğin yerine koymak için neler vermezdim!

Tüm çocukluk zamanlarımın en suçlu anlarını bu adaya hapsetmiştim. Kurtuldum sandığım "Lucifer" ruh'um, hâla elleri bağlı, kalbinde bir kazıkla ittiğim o kuyunun dibindeki çizdiğim kanlı pentagram'ın ortasında mı acaba? Gidip hatırını sormalımıyım? Pişman olmuşmudur?

Bu gün yağmurun üçüncü günü. Karanlık birkaç metrekareye hapsolmuş bedenlerdeki, bir türlü bitmeyen yollara mecbur bir yolcu için bekleyen dünya kadar geniş yürekler var.

Kaybolmayı ben seçmemiştim. Kaç kere geri dönmek istemiştim. Kıyıya çıkmayı beklerken sahilde aşılamayan dalgalar kalelerini bir bir dikiyordu, gözümün içine bakarak. Bense ayaklarından bağlı nehir dalgıçları gibi sahibine balık yakalayan bir ördek edasındayım... Balıklar sadece bana yasak...

O akşam bütün gemiler koya demir atmış denizin sakinleşmesini bekliyorlardı. üç gündür aralıksız süren yağmur Martıları yasa boğmuş, Ada nın diğer ucundaki kurak göl dolmuş, bütük köprüler yıkılmıştı. Umutsuzluğum bir kat daha artıyor yüreğimin derinliklerine kadar sızıyordu.

Kıyı boyunca ilerlerken, azgın dalgaların derinlerden koparıp getirdiği yosunlar kıyıya vurmuş kumlar görünmüyordu...
Bir sevgilinin ölü bedeni gibi gözlerimin önünde uzanan sahil bom boş ve karaya vuran yosunlarla doluydu.
Az ilerdeki odun limanına kadar yürüdüm. Sahildeki kayalıkların arasından fışkıran incir ağacı büyümüş Kos kocaman dallı budaklı olmuş, olgun incirleri sedef gibi parlıyordu. Dayanamadım... Utanarak yanına gittim ve dalından bir incir kopardım. Aynı eski güvensizliğim onun tadına da kuşkuyla bakmama sebep oluyordu. Fakat çok yanılmıştım...

Sahil boyu uzanan yol boyunca ceviz ağaçlarının üzerleri kargalarla dolu, bir karga ağzındaki cevizi kırmaya çalışıyordu. Kanatlarını çırparak olduğu yerde havalanıyor ve ağzındaki cevizi yolun tam ortasına atıyor kırılmadığını görünce aynı şeyi tekrar yapıyordu. Kargayı seyretmekten yorulduğumu sandığım bir anda aklıma gelen fikri uygulamış cevizi son kez attığında yerden alarak kendim kırıp, aldığım yere bıraktığımda karganın zaten hali kalmamıştı. Fakat cevizi başka bir karga çalıp götürmüş sanırım bende karganın ettiği küfürleri yiyordum! Birden son gücüyle üzerime doğru havalandı bana çarpacağını sandım...uzaklaşıp gitti...

Aynı hataları yapıyordum sanki! Yıllar önceki belirsizlikler kafamı kurcalıyordu, hava kararmaya başlamış yediğim incirler ise karnımı acıktırmıştı. Uzaktan otelin ışıklarını gördüğüm an... İrene yi hatırladım, çoktan gelmiş ve beni bekliyor olmalıydı.

Otele geldiğimde cep telefonum mesaj uyarısı verdi. Gelen telefonların en önenlisi anneminkiydi. Bulunduğum yerde çekmeyince beni merak ettiğine dair mesaj atmıştı. Annem sürekli söylerdi bu hasret türkülerini Bense unutmasından korkardım bazen o can alıcı cümlelerini, kaygılarımın boşuna olduğunu her mısrasında yediden ispat edercesine daha anlamlı cümleler katarak yağardı yüreğime, bıkmadan usdanmadan.

Kopamıyordu gençlik yıllarının birikimlerinden, onlarda çok şey buluyordu belli. Bir ezgi bir mısra her zaman gönlünün titremesine yetebilecek kadar anlam taşırdı belki, onu da hemen bana verirdi. Çok dokunaklı hatıraları vardı bilirim,onu bana bağlayan da buydu... Anıları yüreğime kazınırdı adeta, Hüzünlerinden hasretlerinden kopmak istemezdi, şimdi uzaklarda onun değerini daha çok anlıyorum...

- M...Nerdesin çok merak ediyorum.
- Ben çok iyiyim anne merak etme.
1998-2009
Skopelos-Stafylos

mitch./14 Eylül 2009 Pazartesi

Hiç yorum yok: